Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dinle. Bu sadece davul seslerinin hiç durmadıgı bir rüya...

Resim
Bazen insanlar kaçar. Diğerleri anlamaz, kimse anlamaz. Her şey itinayla, büyük bir dikkatle terk edilir. Vazgeçilemeyecekler bile... Bundan kimsenin haberi dahi olmaz. Kimin kimleri ne durumlarda feda edebileceği görülür. Kimlerin hangi çağrılara içtenlikle döndüğü görülür. Ve dibe batanlar bir bir su yüzüne çıkar. Hayattan alınabilecek küçük, güçlü bir darbe ve büyük bir derstir bu. Vurgun yemek... Bundan sonrası kişiden kişiye değişir. Kimisi içine kapanır. Kimisi sosyalleşir. Kimisi iyi görünmeye çalışır. Kimisi intikam alır. Kimisi nefret eder. Kimisi üzülür. Kimisi en büyük zararı kendisine verir. Öyle bir evreye gelinir ki davullar hiç susmaz. “Karşı koy! Kendine karşı koy! Kapat! Ne önemi var ki? Kapat! Bırak gitsinler! Dönseler de dönmeseler de hiç olmadılar ki! Olmamış bunlar, yapamamışlar. Ne duruyorsun? Kapat!  Yaz, yaz, yaz... Çiz, çiz, çiz... Daha çok yaz, daha çok çiz! Hepsi aynı, aynı! Kendin yazarsın, kendin çizersin, kendin oynarsın. Sür beyaz boyayı üstlerine...

Olamaz mı? Olabilir.

Resim
Hayat bazen garip oyunlar oynar ve sonrasında o kadar eğlenir ki gülmekten yerlere yatar. 15 milyonun içinde 15 milyon aramak! Bu ne ki? Aklın takıldığı şu son Eylül günleri ve akşamlarında... Şakır şakır yağmur yağarken, elinde siyah şemsiyesiyle "Sonbahar Pelerinli Kız" sahnede. Evet, kahverengi... Bir toka ile saçlarını tutturmuş -her zamanki "Siz İspanyol musunuz?"dan-. İçten içe kendini Mavi Peri'nin Storybrooke versiyonunun daha çirkini gibi hissediyor. Kahve Perisi...  Havanın verdiği karamsarlığı saymazsak... Yağmur süzülüyor gökyüzünden. Yolda sakin sakin yürürken... Gözlerini kocaman açarak şaşkın bir bakışa şaşkın bir bakış atıyor: "Burada mı?" O gözleri nerede görse tanır. Her şey saniyelik... Arkasına dönüp bakıyor. Seslenmesine rağmen sesi ona geri dönüyor. Fakat önemli değil, umulmayan anda karşılaşmalar sevindirici... Geçmiş, şimdi film şeridi... Düşüncelere, hayallere... Tesadüfler siyaha beyaz gününüzde gökkuşağı oluşturabil...

Yaz Sonu

Tatil bitti! Ama itirazım var! Gönen sonrasında dağların, virajların son bulması yolu o kadar sıkıcı hale getiriyor ki... Şöyle dağın eteklerinden tutup İstanbul'a uzatsak? Ama yollar dağların önünden arkasından değil, arasından geçmeli! Kestane şekeri diye tutturmamış olsam dayanamayıp Bandırma'ya bile varamadan uyuyacaktım. Tabii bundan öncesi var. Bizim köyle Yenice arası 15 km ama uçurum kenarlarından... Yenice'de teyzemi otogara bırakacağız ve devam edeceğiz. Saat sabahın 7'si, otobüse yetişmemiz lazım. Arabayı yerleştirmemiz tam bir saat beş dakika sürdü. Ve hala dışarıda yerleşmemiş bir bavul, iki çanta... Kimse kahvaltı edememiş, herkesin sinirleri tepesinde. Uykusuzum ya arabaya geçtim, bir anlığına dalmışım, babam da teyzemle konuşuyor. "Aha bak arabaya nasıl sığıyoruz şimdi!" demesini duymamla yanımda oturan -uyudu uyuyacak- kardeşimle kucağımızda bavulu bulmamız bir oldu. Dışarıdakiler kahkahaya boğuluyor, bizse mavi ekran modundayız. "Siz ne ...

Ruha Denemeler

Aynı anda cennet ve cehennem, bu dünya üzerinde... Sıcaktan nefes alamazken üşümek... Ölmek, yaşamak... İkisi arasında sıkışıp kalmak ve yaşayan ölü olmak... Tam anlamıyla bu. Galiba kabullenme zamanı... Bir peri gelir bulutların üstünde değil de cehennemin dibinde yanan çocuğa... Çocuk kendi fırtınasından o kadar korkar ki... Her şeyden soyutlanır. Herkesten... Sebebi geçmişin şimdiki zamanda yeniden vücut bulmasıdır muhtemelen. Elinde kalan son şeye karşı da inancını, umudunu yitirmeye başlar. Sonuç değişmez, hep boğulur. Ne yapacağını bilemez. Kaçabildiği yere kadar kaçar. Rüzgara karışır kaybolur, yağmur olur ağlar. Zaten az bulunduğu topraklarda kırıntısını bile bulamaz. Kendi çölünde seraplar görür, kanar. Kana kana kum içer. Kuruyup solar. Rüyalarında, hayallerinde mutludur belki. Bu yüzden uyur. Uyuyan güzel gibi, yüzyıllarca... Kitap olur, sonunu bilemez. Düşünemez. Kahraman olamaz. Sessiz kalır, pek bir şey anlatmaz. Neden anlatmadın diye sorgulamamak gerekir. Hem, çevresinde...

Dalgaların İçinden...

Sanılanın aksine ben miniciğim... Tanımanız için nefesinizi tutup dibe dalmanızın şart olduğu... Kimsenin tam olarak kabuğunu kıramadığı... Bununla övünmem. Ara sıra kabuğunu azıcık açıp tuzlu suda boğulan saçma minicik işte... Kabuğumu kendim bile kıramam. Kalbim inci dolu, irili ufaklı ve renkli renkli... Bunların tamamını paylaşmak istememek bencilliğimden değil, yanlış anlaşılmasın. İncilerin değerini bilecek, anlayacak biri olduğuna inanmam ki... Buna rağmen incilerin çoğunu paylaştıklarım vardır. Bazılarıysa, tam bu değerde olacakken parçaladıklarım... Neden mi? Bazen hayal kırıklığı, bazen umudu kesmek, bazen de sadece boş yere... Aklındakini diline dökebilen minicik... Okyanusumda kaybolurum. Kendi kendimi bulamam, kimi nasıl arayayım? Güneşi suyun dibinden izlemek, dalgalar yüzünden her saniye yıldız kaydığını sanmak gibi... Ve bir dilek tutmak... Hiç görülmemiş derinliklere kadar giderim ve incilerimi tekrar kalbime dökerim, unutmamak adına. Sonra ayı izlemek için yapışır...

Operada Bir Hayalet, Işık ile Hiçliğin Arasında... Lades!

Aşk öyle bir şey ki... Ansızın yakalıyor insanı. Dünyadaki hiçbir zıtlığın önemi kalmıyor. Göz yumuyorum, gözlerimi o kadar sıkı kapatıyorum ki, körleşiyorum. Körlüğümü bağırmak, haykırmak istiyorum. Sesim inceliyor, bir meleği korkutacakmış gibi yumuşaklıkla çıkıyor. O, bir melek çünkü. Duvarlarda, borularda, operada! Her zaman benimle. Aklımın içinde... "Christine! Christine!" diye sesleniyor bana sanki. Ben, melekleri ağlatamam. Çocukluk! Aşk, bir çocuk oyunu. Bu yüzden ne saf, ne de masum. Çünkü hiçbir çocuk saf ve masum değil! "Hikaye hep aynı şekilde biter. Peter Pan seslenir: 'Güle güle Wendy!' Ve sonra Wendy de ona seslenir: 'Sana her zaman inanacağım Peter Pan!'" Wendy inanır. Christine'in Raoul ile olan aşk yeminlerine inanması gibi. Melek sandığı bir hayaletin ise ona "Beni sevmelisin!" demesi, sevilecek biri olduğuna inanması gibi. İnanç, güven ve peri tozu! Aynı çocuksu bakışlar ile... İnanıyorum. Bir gül ile bir yüzük......

Günah Üzümü

"Herkes kimseyle özdü Buna üzüm bile üzüldü Ağladı köşede büzüldü Bu da böyle bir sözdü." "Herkes kimseyle özdü." Burada bir tenkit, tariz söz konusu bariz olarak. "Ego sum qui sum."  Bu dize, kendi özünü kendi kabul olarak edenlere ithafen... Neyse o olduğuna inananlara... Sen, asla sen olamazsın. Sen, herkessin. Herkes de hiç kimsedir. Elbette ki "sen" diye bahsedilen varlık insandır. "Buna üzüm bile üzüldü. Ağladı köşede büzüldü." Teşbih. Açık İstiare, teşhis, telmih... Daha bir çok şey. Basit... Üzüldü, üzüm bile gerçekten çok üzüldü. O kadar üzüldü ki, bir köşede büzülüp ağladı bazen. Yine, yine, yine, yine... Ve yine! Ne istediler ki ondan. Farklılık arıyordu. Değer ve sevgi verip, karşılığında yine "Günah Üzümü" olmak istemiyordu. Sadece onu gülümsetecek bir karpuza, kavuna, limona, pırasaya filan işte arkadaşlara ihtiyacı vardı. Dünyasındaki tek üzümdü o! Ve hayat doluydu, mutluydu. Tüm dünyası b...

Boş Sayfa...